....
Ben gurursuzumdur aslında, gurursuz da değil de o kadar hiçbir şeyi unursamam ki bu hayatta, o kadar takılmam ki hiçbir şeye gurursuzmuşum sanarlar beni. Oysaki çok şey var gururuma yediremediğim, bilirsiniz mesela kara kız var, en büyük pişmanlığım ve kendime yediremediğim bir son görüşüm var onu, sonra seth’i hayal kırılığına uğratmıştım bir kere o var, sonra beni evlerine alan kadınla adam var, söyledikleri her şey gururuma dokurdu da sırf o yüzden gurur yapar konuşmazdım, konuşsam bu kadar içime yara olmazdı ama konuşamazdım işte. Var yani, gurursuz değilim de umursamazım da gurursuz diyorlar işte. Ayıp bence birine gurursuz demek ya da öyle olduğunu düşündüğün için ağır konuşmak ayıp bence. Zaten kırılmaz alınmaz diye öldürüyorlar resmen umursamaz insanları, pat pat konuşuyorlar, sözleri diken diken batıyor aslında ama umursamazlar umursamazlar sanılıyor.
Kalp kıranlar çok bu dünyada, kalbi kırılanlardan daha çok
hem de. Kalbi bir kırılan on tane başka kalp kırıyor çünkü, pat pat saplıyorlar
iğnelerini başkasının kalbine, üstüne çıkıp tepniyorlar, gözlerinde görse bile
acıyı durmuyorlar. Kırdığı on kalp başka kalpleri kırıyor, belki araların bir
tanesi kıranlardan olmak istemiyor ama nadiren, gerisi hep kalp kırıyor, tek
bir kırılan kalpten bir sürü acı, bir sürü başka kırılan kalp parçası
dökülüyor. Bu döngü böyle gitmemeli diye çok sinirlenip ağladığım zamanlarda seth
sakinleştirirdi beni, derdi ki bu döngünün kırılması lazımsa sen kır, kırma
kalpleri ama sakın unutma, kalp kırmamak için kendininkini de harcama. Sen de
kırıla kırıla yok olursan döngüyü kıracak kimse kalmaz, senin kırılmaman kazım.
Dönüp de diyemiyordum ben paramparçayım, seth kalbimi kıramazlar çünkü artık o
kadar paramparça, o kadar küçük ki kıramaz kimse, daha da parçalanabilir kalbimin parçaları ağır bir
şeyle ama kırılamaz.
Her neyse, yine güneşin çirkin doğduğu günlerden bir
başkasındayım. Güneş çirkin gri binaların arkasından olabildiğine çirkince
doğarken ben her tarafı eskitme ahşaptan, sanki 1800’lerde bir yol geçen
hanıymışcasına döşenmiş bir barda, onca sandalye, masa ve tabure arasında gitmiş
bacağı kırık olan tek tabureyi bulmuş ona oturmuşum. Yanlış anlamayın, akşamdan
kalma falan değilim, yeni gelmişim buraya, gün doğarken kaçmak istemişim de bir
burayı bulabilmişim. Arka masalardan birinde karşılıklı sızmış iki adam ve en
köşedeki masada gözlerini şapkasıyla kapatıp duvara yaslanmış, ayakları yer yer
çatlamış deri koltukla uzanan ve uyuyan, mavi saçları çok güzel birisi var. Bir
de barda duran 60 küsür yaşlarında bir teyze var, yine 60 küsür yaşlarında bir
adam arkada sızan adamların yaşayıp yaşamadığını kontrol edip yerleri silerken
ona bağırıyor sürekli.
Neyse ben gittim işte bara, oturdum o kadar şeyin içinde
kırık tabureye, sonra bardaki 60 küsür yaşındaki teyzeye döndüm, dedim pardon
çilekli limonatanız var mı acaba? Bar tezgahını siliyordu, bir yandan da 60
küsür yaşındaki amcaya bağırıyordu ama şöyle minnak bir bakış attı bana
aşağıdan aşağıdan. Var çilekli limonatamız ama sana yapmam dedi, ben de dedim
tamam o zaman bir su alabilir miyim, 60 küsür yaşındaki amcaya döndü küfür etti
bir tane, sonra bana döndü dedi ki yok su da alamazsın. Ben anlarım insanların bana
bakınca bir şeyler yapmak istemeyişini ama hiç şaşırmadım bana su vermeyişine
desem de yalan söylemiş olurum şimdi. Dedim oturuyorum o zaman ben böyle sadece,
olur dedi otur sen öyle sadece. Ben de oturdum orada öyle, çirkin gün doğumunun
bitişini bekledim, o gün bekledim, ertesi gün geldim yine bekledim, ertesi gün
yine bekledim. 4 ay bekledim orada çirkin gün doğumlarının bitişlerini ve 3 ay
hiçbir şey vermedi bana 60 küsür yaşındaki, artık Lili olduğunu bildiğim teyze,
hep dedi ki hayır onu da alamazsın, hayır bunu da alamazsın, hayır şunu da
alamazsın. 3 ay geçti ben her gün o barda ve o taburede bana bir şeyler
vermesini ve çirkin gün doğumunun bitmesini bekledim, çirkin gün doğumları bile
ara sıra bitti ama Lili bana hiçbir şey vermedi. Sonra Adem geldi, Adem
Lili’nin bağırıp küfrettiği yerleri silen ve arkada sızanların yaşayıp
yaşamadıklarını kontrol eden, daha sonra bu görevi bana vermişlerdi, 60 küsür
yaşındaki amca işte Adem, o geldi bir gün yanıma. Lili yine bağırdı çağırdı ve
bana hiçbir şey vermedi o gün ama o gün Lili kenarda bardakları dizerken geldi
yanıma ve bana dedi ki yan tabureye geç dedi, yan tabureye geçersen içersin
çilekli limonatanı. Ama dedim ben seviyorum taburemi Adem, değiştirmem ben
taburemi niye değiştireyim, ilk gün gelmiş o kadar tabure içinden yine bunu
seçmişim, bırakmam terketmem ben taburemi. Güldü bana Adem sonra acıklı acıklı,
dudaklarında tebessüm vardı ama gözleri acıyordu bana görebildim. Nedenini
anlamadım da neden acımıştı bana taburemi bırakmadığım için, çok da dokundu
çığlık atasım geldi neden üzüldün Adem neden acıdı gözlerin bana? Sinirlendim
de, hergün Lili ona küfrediyordu bağırıyordu, her ne kadar hiçbir şey vermese
bile Lili beni daha çok seviyordu bence ben acımalıydım ona. Sonra gitti
yanımdan, aradan 52 gün doğumu ve sayamadığım kadar küfür geçti, Lili bana ne
onu ne bunu ne de şunu vermedi ve sonra Adem tekrar geldi.
Bana dedi ki Lili sana hiçbir şey vermez, o taburaye
oturmaya devam ettiğin sürece hiçbir şey vermez. Dedi ki bana o tabure çürük,
zaten çürüktü ama birisi geldi üstüne oturdu ayağı kırıldı dik duramaz oldu,
daha da çürük oldu ve sen geldin ona oturdun, her gün doğumunda gelip hep çürük
tabureye oturdun, Lili çürük şeyleri sevmez, değerli görmez ve sen hep çürük
tabureyi seçiyorsun çünkü sen de çürüksün. O tabure belki ayağını tamir etmek
istiyor ama sen çok çürüksün, için çürük senin sen çürüm çürüm çürümüşsün. Lili
sana hiçbir şey vermez çünkü Lili çürük şeylere ne zamanını ne de emeğini
vermez. Lili sana hiçbir şey vermez çünkü Lili çürük şeylerden nefret eder ve
sen çürüm çürüm çürüksün. Adem bana dedi ki Lili benden nefret ediyormuş çünkü
çürükmüşüm ve o kadar çürükmüşüm ki Lili benden nefret edermiş. Lili’ye göre
çürükler hep kendileri çürürmüş, Lili’ye göre çürükleri kendilerinden başkası
çürütmezmiş ve Lili’ye göre çürükler emeği de zamanı da haketmezmiş çünkü onlar
çürükmüş ve zaten çürük olmayı seven değersiz şeylermiş.
Ben istememiştim ki böylesine çürümeyi, hem çürük bu,
kendimi bir kuyudan aşağı kendi isteğimle atıp tırmanmaya çabalamıyor hiç
yukarı bakmıyor değilim ki, çürümüşüm ben geri dönüşü yok bunun. İçimden
başlamış bu çürüme, öyle içlerden derinlerden başlamış ki ilk ben de fark
edememişim ve engelleyememişim de, çürüm çürüm çürümüşüm. Ama nasıl bunu kendi
isteğimle yapayım, nasıl gündoğumlarını bu kadar çirkin yapmayı başarayım
ben nasıl? Gelmiş birisi üstüne oturmuş
da içinden çürümüş olan ayağı dışarıdan da kırılmış çürümüş olan taburenin, o
artık çürük bir tabure ama kendisi mi istedi böyle olmayı ki? Zaman yıpratmış,
onu kapı önüne koymuşlar yağmurlar ve güneş yıpratmış, üstüne binen yükler
aşındırmış, sanki tabure kendisi mi istemiş çürümeyi veya artık dik duramamayı.
Nasıl düşünürler çürümenin sorumlusunun çürüyen olduğunu? Sırf çürük tabureyi
ben de terk etmedim diye nasıl bana çürümeyi kendin istiyorsun, zaten çürüm
çürüm çürüksün ama çürük olmayı da seviyorsun, değersiz, emek ve zaman
haketmeyen bir şeysin nasıl derler? Nasıl böylesine acı verici bir şekilde
dokunurlar gururuma, nasıl parçalarlar kalan minik kalp parçalarımı? Neden
zaten çürüm çürüm çürük birine acırlar, neden acıdıkları halde bir de onlar
vururlar, neden çürüklerin çürümeyi kendilerinin seçtiklerini sanırlar?
Gündoğumları çirkindi ve hiç de güzelleşmedi, bu şehir hep
gri ve aceleci ve çirkin, ve bu şehrin gün doğumları da hep çirkin. Ben
gündoğumlarından hep kaçtım çünkü çok çirkindiler, girdim bir kıyıya köşeye
çirkin gün doğumlarının bitmesini bekledim hep. Ama bir daha hiçkimseden
çilekli limonata isteyemedim ve bir daha hiç Lili ve Adem’i görmedim. Çünkü
çürüklerin de gururu vardır, ne kadar parçapinçik olsa da kıyada köşede kalmış
kalp kırıntıları vardır, çünkü çürükler de vardır ve çürükler çürük olmayı
kendileri seçmezler, çürükler çürüktür çünkü çürükleri çürütürler.
Yorumlar
Yorum Gönder